Avrupa’da ve hatta dünya genelinde en çok turist çeken ve herkesin ‘’elbet bir gün oraya ayak basacağım işte!’’ naraları atmasına sebep olan ünlü Fransız başkenti Paris’i sevmeyen var mı, pek sanmıyoruz. Gerek şiirsel Fransızca konuşan şık parizyen ”madam ve mösyö”leri, gerekse dünya çapında ün salmış mutfağı, peynirleri ve şaraplarıyla Paris, tabii ki ülkenin en çok turist ağırlayan şehri, bunu artık küçük bir çocuk bile biliyor.
Daha önce Erasmus sayesinde Fransa’nın Alsace bölgesinde Colmar ve çevresinde bir yıl yaşamış olan bizler, lisans bitince master için bu kez de bir yıl boyunca Paris’te yaşadık. Evet biliyoruz, dünyanın en şanslı kişileriyiz, zira Parsi’te öğrenci olmak ve bir yıl boyunca açık hava müzesini andıran sokaklarda, ünü Fransa sınırlarını aşmış kafe ve kütüphanelerde vakit geçirmek gerçekten de bu şehri yaşamanın en güzel yolu. Ama bu sayede sizin için tam bir parizyen listesi çıkardığımızdan, siz de çok şanslısınız. Hemen de kendimizi överiz, çünkü bunu hak ettik…
Bu arada Paris sanılanın aksine yapış yapış romantik bir şehir değil, bunu öncelikle bilelim. Siz istemediğiniz sürece bu şehir romantik olamaz. Ayrıca Fransızlar da kaba, milliyetçi ve İngilizce konuşmayan insanlar olarak bilinse de, bu tamamen gerçek dışı bir söylem. Fransızlar oldukça kibar, yardımsever ve İngilizce konuşabilen insanlar, bu yüzden gitmeden ön yargılarınızdan kurtulun ve Paris’i doya doya yaşayın.
Ulaşım ve Konaklama
İstanbul’dan Paris’e günde birden fazla direkt uçuş var ve yolculuk yaklaşık 3 saat sürüyor. Paris’te iki havalimanı var. Orly havalimanı daha çok ”low cost” firmaların kullandığı ve daha küçük bir havalimanı. Charles de Gaulle ise içinde kaybolabileceğiniz, kocaman bir havalimanı. Eğer uçağınız Orly’e inecekse, buradan otobüse binip Denfert-Rocherau durağında inip, merkeze gitmek için metroya aktarma yapabilirsiniz. Ya da Orly’den direkt Montparnasse Garı, Eyfel Kulesi ve Champs- Elysées’ye kalkan otobüse de binebilirsiniz. Ama ilk seçenek daha pratik olur, zira metro sayesinde Paris trafiğine takılmazsınız.
Uçağınız eğer Charles de Gaulle havalimanına iniyorsa, RER (metroya benzeyen banliyö trenleri) hayat kurtarıcı bir seçenek olarak sizi burada bekliyor olacak. RER B’ye binerek merkeze gidebilirsiniz. Şehir içi ulaşım için ise sadece metroyu kullanmanız yeterli, çünkü Paris’te 14 farklı metro hattı bulunuyor. İstanbul ile kıyaslayınca ağzınız açık kaldı değil mi? Şaşırtmayı severiz.
Paris 5 bölgeden (zone) oluşuyor ve ulaşım için bu bölgelerin hangisinden geçeceğinize göre ücret alınıyor. Bilet seçenekleri hakkında biraz detay vermek gerekirse, tek kullanımlık bir metro bileti yerine carnet denilen 10’lu bilet almanızı tavsiye ederiz, ekonomik açıdan daha uyguna denk geliyor. Bir de Mobilis var, yani bildiğimiz kart. Mobilis alacak olursanız 1 gün boyunca sınırsız toplu taşıma kullanım hakkınız var ve seyahat ettiğiniz bölgelere göre ücret kesiliyor. Bu kartı saat kaçta alırsanız alın gece 12’den itibaren kullanım dışı oluyor, buna dikkat etmek gerek. Bu arada metro biletinizi metrodan çıkana kadar mutlaka güvenli bir şekilde saklayın, ona ‘’kıymetlimis’’ muamelesi yapın. Çünkü özellikle metro çıkışlarında sık sık güvenlik kontrolleri oluyor ve görevliler çıkışta biletinizi kontrol ediyor.
Konaklamak için ise bütçenize uygun herhangi bir oteli seçebilirsiniz. Burada önemli olan şey seçtiğiniz otelin metroya yakın olması. Böylece şehrin her yerine metroyla çok kolay bir şekilde gidebilirsiniz. Paris çok büyük bir şehir olduğu için tabii ki yürüyerek tüm şehri gezmeniz imkansız. Bu güzel şehre en az dört gün ayırmanız da zorunlu, demedi demeyin.
Nereleri gezelim?
Paris’te gezilecek, görülecek çok yer var. Seine Nehri kenarında yürüyüş yapabilir, sahaflarda kaybolurken kendinizi Midnight in Paris filminde hissedebilir, Seine üzerindeki birbirinden güzel köprülerde dolaşıp, fotoğraf çekebilirsiniz. Ayrıca Les Amants du Pont-Neuf (bizdeki çevirisi Köprü Üstü Aşıkları) filminin çekildiği Pont-Neuf köprüsünden çok güzel fotoğraflar yakalayabilirsiniz, unutmayın.
Eyfel (Eiffel) Kulesi
Paris’in simgesi, Fransa’nın gözbebeği Eyfel Kulesi’ni görmeden dönmek mi? Bu tabii ki imkansız! Eyfel’i ilk kez görenlerde genelde bir asık suratlılık, bir ‘’bu muymuş?’’ tripleri baş gösterse de, zaman geçtikçe ve özellikle Eyfel’in önünde yer alan piknik alanı Champ de Mars’ta güneşlendikçe burayı insan daha çok seviyor. Ayrıca Eyfel Kulesi’ne çıkmak da ayrı bir keyif yaşatıyor.
Eyfel Kulesi’ne çıkmak ve Paris manzarasına doymak isterseniz kesinlikle biletinizi internetten satın alıp, buraya öyle gelin ki ağlaya ağlaya sıra beklemeyin. Eyfel sırası her daim çok kalabalık ve bu yüzden de bileti önceden almazsanız sinirleriniz beklemekten bozulabilir, sonra bize çatmayın. Eyfel için iki seçeneğiniz var. İster sadece 2. kata çıkıp Paris’i bir kat aşağıdan görün, isterseniz zirveye çıkıp manzaraya doyun. Eğer asansör yerine merdivenleri kullanacaksanız biletler daha uygun oluyor. Kendine güvene merdivenlere yönelsin, biz almayalım.
Eyfel Kulesi’ni en havalı bir şekilde fotoğraflayabileceğiniz yerlerden biraz bahsetmeden olmaz:
Place du Trocadero: Eyfel Kulesi’nin hemen karşısında bulunan, Asyalı turist kalabalığından doğru yerde olduğunuzu anlayacağınız, klasikleşmiş Eyfel fotoğraflarının çekildiği yer işte burası.
Champ de Mars: Burası Eyfel’in önünde uzanan çimenlik bir alan. Özellikle güneşli günlerde pek çok yaştan insan buraya gelip piknik yapıyor. Buradan da Eyfel manzarası fotoğrafları harika çıkıyor.
Jardin de Tuileries: Louvre Müzesi ile Concorde Meydanı arasında yer alan Jardin de Tuileries, Paris’in en ünlü parklarından biri olma özelliğine sahip. Jardin des Tuileries’nin Louvre Müzesi’ne bakan girişinde şehrin önemli 3 takından biri olan Arc de Triomphe du Carrousel bulunuyor. Bahçe boyunca yürüyüş yolları, havuzlar ve heykeller sizi karşılıyor olacak ve bu parktan keyifle geçeceksiniz. Burada bir de Orangerie Müzesi yer alıyor. Bu müzenin en önemli özelliği Monet’nin “Water Lillies” adlı birkaç parçadan oluşan devasa resim serisinin burada sergileniyor olması. Vaktiniz varsa es geçmeyin deriz.
Champs-Elysées (Oooo Şanzelizeee): Paris’in en ünlü, en turistik bir diğer yeri şarkılara da konu olan Champs-Elysées. Burası özellikle akşamları ışıklar altında harika gözüküyor. Bu arada Champs-Elysées’yi başından sonuna kadar dolaşacak olursanız aslında Paris’in iki farklı turistik noktasını daha görmüş olacaksınız. Bunlar Arc de Triomphe (Zafer Takı) ve Concorde Meydanı (Paris’te pek çok eylemin ve Fransız İhtilali döneminde idamların gerçekleştirildiği meydan). Paris Saint Germain ve Disney Store da burada yer alıyor, aklınızda olsun. Ayrıca Noel döneminde Paris’in en büyük ve güzel Noel pazarları (Marchés de Noel) Champs-Elysées üzerinde kuruluyor. Bu dönemde de Paris çok güzel ve ışıl ışıl oluyor, kaçmaz.
Arc de Triomphe (Zafer Takı)
Champs-Elysées’nin incisi, olmazsa olmazı Napolyon tarafından yaptırılan Arc de Triomphe’u görmeden olmaz. Özellikle gece ışıklar içinde bir başka güzel oluyor. Hele bir de tepesine çıkarsanız, bu ışıklı manzaraya hayran olmamak elde değil.
Montmartre – Ressamlar Tepesi
Ressamların semti Monmartre’ı hala bilmeyen kaldı mı bilmiyoruz ama bizim Paris’te en çok sevdiğimiz semt kesinlikle burası. Amélie filmiyle herkesin ilgisini çeken Monmartre, gerçekten de film seti gibi rengarenk ve büyüleyici bir atmosfere sahip. Bir yanda Sacre Coeur Bazilikası, ara sokaklarda birbirinden güzel parizyen kafe ve tasarım atölyeleriyle Monmartre, kalbinizi fethetmeye geliyor, hazırlanın. Ara sokaklara daldığınızda karşınıza Picasso, Van Gogh, Monet gibi sanatçıların favori mekanı Le Consulat çıkacak. Ara sokaklarda kaybolmaya devam edin, bu sefer de karşınıza ünlü pembeli ev “La Maison Rose” ve sarmaşıklı ev çıkacak. E artık siz de herkesin hayranlıkla bakacağı Paris fotoğraflarına sahipsiniz, daha ne olsun!
Bu arada Monmartre’a füniküler ile çıkabilirsiniz, ama biz buraya yürümenizi tavsiye ediyoruz. Çünkü Boulevard de Clichy üzerinden yürümeye başlayınca hem o tarihi sokaklarda dolaşmanın keyfini yaşayacak, hem de meşhur Moulin Rouge’u görmüş olacaksınız. Buradaki metro çıkışında havalandırma var ve çoğu kişi buranın üzerine çıkıp havalanan elbiseleriyle Marilyn Monroe pozları veriyor, görünce şaşırmayın. Bir de yine bu tarafta yer alan Jehan Rictus Meydanı’ndaki bir parkın içinde I Love You Wall bulunuyor. Bu duvarın üzerinde 300 küsur dilde “seni seviyorum” yazıyor, ilginizi çekerse şöyle bir uğrarsınız. Amélie’mizin çalıştığı kafe olan Cafe des Deux Moulins da burada yer alıyor, paranıza kıyıp kendinize bir kahve ısmarlayın, pişman olmazsınız.
Ile de la Cité (Cité Adası)
Notre Dame Katedrali
Bu heybetli katedral, Eyfel Kulesi’nden sonra Paris’in en gözde merkezi. 37 şapel, 75 dev sütundan oluşan 130 metre genişliğindeki katedralde aynı anda 9 bin kişi ibadet edebiliyormuş, büyüklüğünü artık siz düşünün.Yapımı 170 yıl süren katedral, Gotik mimarinin en güzel örneklerinden. Canımız Victor Hugo’nun romanı sayesinde katedralin ünü iyice yayılmış. Katedraldeki iki kuleden kuzeyde yer alana 387 basamakla çıkabilirsiniz ve buradan nefes kesici bir Paris manzarası izleyebilirsiniz. Katedralin tepesinde bulunan ve gece canlandığı söylenen ‘’gargouille’ler ise insanı ürkütmüyor desek yalan.
Katedrale gelince kesinlikle kuyrukta bekleyeceksiniz, ama hemen pes etmeyin. Sıra çabuk ilerliyor ve içeriye girdiğinizde ise beklediğiniz için hiç pişman olmuyorsunuz. Buraya giriş ücretsiz. Bu arada, şayet Notre Dame’a ulaştıysanız katedralin üzerinde bulunduğu adacığı ve civar sokakları da dolaşmanızı önereceğiz, çünkü burada da tam fotoğraflık bir sürü sokak ve kafe var.
Shakespeare and Company
Paris’in en ünlü kitapçısı Shakespeare and Company de Ile de la Cité tarafında, hemen katedralin yakınında bulunuyor. Bu minnoş kitapçı ününü Before Sunset ve Midnight In Paris gibi filmere borçlu olsa da, zamanında James Joyce, Fitzgerald, Hemingway gibi isimler de Shakespeare and Company’i sık sık ziyaret ederlermiş. Burası her türden kitabı görebileceğiniz bir kitapçı olsa da, asıl mesele üst katını keşfetmek. Üst kata çıktığınızda sizi daktilo, bir yatak, okuma salonu, ziyaretçilerin yazdığı ve duvarlara yapıştırdığı notlar ve piyano karşılıyor. Piyano çalmayı bilen ziyaretçiler hemen piyanonun başına geçip, size müzik ziyafeti yaşatıyor. Şehir efsanesine göre, eğer öğrenciyseniz ya da bir şekilde yolunuz Paris’e düşmüş ve kalacak yeriniz yoksa, bu kitapçıda belirli bir süre çalışıp bu üst kattaki yatakta yatabiliyorsunuz. Böylece konaklayacağınız yer de Shakespeare and Company oluyor. Bu bilgi ne kadar doğru bilmiyoruz ama söylentiler doğruysa çok havalı bir konaklama olacağı kesin.
Le Marais
Marais bölgesinde bol bol yürüyüp sokaklarda kaybolmak kadar güzel bir aktivite yok, bize inanın. Burada karşınıza falafel yapan şirin mi şirin büfeler, konsept mağazalar ve tasarım atölyeleri çıkacak. Ayrıca bu tarafta yer alan Place des Vosges’a da mutlaka yolunuz düşsün. Bu şirin meydanda hem soluklanabilir hem de burada bulunan Victor Hugo’nun evini görebilirsiniz. Yine buraya yakın olan Oberkampf tarafına da uğrayabilirsiniz. Orada da pek çok konsept mekan bulunuyor, ilginizi çekebilir.
Canal St. Martin
Paris’in şu sıralar en popüler bölgesi olan Canal St. Martin, özellikle gençlerin uğrak yeri. Mevsim fark etmeksizin suyun dinlendirici etkisiyle, ağaçların suda yaptığı yansımalarla burada yürüyüş yapmak ve dinlenmek bünyeye çok iyi geliyor. Zaten burada kitap okuyan, piknik yapan, koşan ve sohbet eden pek çok kişiye denk gelecek, lokallerle bir arada olacaksınız. Üstelik burada pek çok mural yer alıyor. Rengarenk duvarlar burada sizi bekliyor, koşun!
Père Lachaise Mezarlığı
Paris’te bulunan dünyaca ünlü Père Lachaise Mezarlığı deyince akan sular duruyor. Neden mi? Çünkü burada Edith Piaf, Oscar Wilde, Chopin, La Fontaine, Balzac gibi onlarca ünlü isim yatıyor. Ayrıca Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in mezarları da burada yer alıyor. Dolayısıyla burasının turist akınına uğraması kaçınılmaz. Bu arada mezarlık çok büyük olduğu için, girişte bir harita edinin. Yoksa kaybolma ihtimaliniz çok yüksek. Haritada göreceğiniz gibi zaten tüm mezarlar numaralandırılmış. Böylece kendinizi ıssızlığın ortasında yapayalnız biri gibi hissetmezsiniz.
Place de l’Opéra
Garnier Operası
Paris’in en güzel binalarından olan Garnier Operası’nda bir temsil izlemeye ne dersiniz? Biz öğrenciyken (yani ”hala buralar dutlukken” gibi oldu ama neyse :)) Bastille Operası’nda bir temsil izleme zenginliğine erişmiş kişiler olarak, bu deneyimi mutlaka bir de Garnier’de yaşamanızı şiddetle tavsiye ederiz. Opera Meydanı’nda bulunan Garnier Operası, ihtişamıyla sizi büyülecek, söz veriyoruz. Bu meydanda ayrıca Paris’in dillere destan mağazası Printemps Haussmann da bulunuyor. Euro kuruna güvenen buradan alışveriş yapabilir.
Panthéon
Place du Panthéon’da bulunan bu yapı, mimari olarak Londra’daki St Paul’s Katedrali ve Roma’daki Pantheon’a benzetiliyor. BuradaVoltaire, Jean Jacques Rousseau, Victor Hugo, Emile Zola gibi isimlerin mezarları yer alıyor. Bu meydanda ayrıca Sainte-Geneviève Kütüphanesi bulunuyor. Paris’te öğrenciyken her gün uğradığımız, hem mimarisi hem de atmosferiyle bizi büyüleyen bu kütüphaneye de vaktiniz varsa mutlaka uğrayın. Aklımıza geldikçe gözlerimiz yaşarıyor, özlemimiz artıyor. Bu kütüphane bir harika dostum!
Jardin du Luxembourg
Panthéon’un yakınında bulunan bu park da hem turistlerin hem de lokallerin uğrak yeri. İki tarafı ağaçlıklı yollar, yemyeşil alanlar, rengarenk çiçekler ruhunuza iyi gelecek. Parkın içinde, ağaçların arasına gizlenmiş kafeleri keşfetmek içinse biraz yürüyüş yapmanız gerekecek, tembellik etmeyin.
Louvre Müzesi
Evet, geldik Paris’in en çok turist çeken ve müze deyince bu kelimenin hakkını veren Louvre müzesine. Müzede 35 binden fazla eser sergileniyor. Dolayısıyla gitmeden önce sergilenen eserler hakkında biraz araştırma yapın ve ilginizi çeken eserlerin listesini yapın. Sonra bu devasa müzede kaybolmayın, üzülürsünüz. Louvre müzesi için iki kapı bulunuyor. Louvre Piramidi’ni görmek için avlu tarafından müzeye giriş yapın. Müzede Antik Mısır, İslam Eserleri, Yunan ve İtalyan tabloları, heykel ve dekoratif sanatlar koleksiyonu gibi birçok bölüm var ve hepsine bir renk verilmiş. Böylece aradığınızı bulmanız daha kolay oluyor. Bu arada Mona Lisa’yı bulmak için çok uğraşmanıza gerek yok, zira önündeki kalabalıktan bu eserin yerini rahatlıkla saptayabilirsiniz.
Louvre Müzesi’ne gitmeden önce mutlaka giriş biletini internet üzerinden alın ve kilometrelerce uzunluktaki kuyrukta zaman kaybetmeyin. Ayrıca müze salı günleri kapalı, aklınızda olsun.
Rue de Rivoli
Londra’nın Oxford Street’i varsa Paris’in Rue de Rivoli’si var. Alışveriş tutkunları için burası vazgeçilmez bir yer. Özellikle hafta sonları buradaki kalabalıkta zorlukla yürüyorsunuz. Zaten sokağın bir ucu Louvre’a çıktığndan, müze çıkışı biraz soluklanmak için yolunuzu buraya düşürebilirsiniz.
Orsay Müzesi
Hugo filmini hatırlayanlar burada mı? Filmde gözüken devasa saat ve sunduğu Paris manzarası işte bu müzede! Bu saat şimdilerde pencere olarak tekrar inşa edilmiş ve buradan bakınca Seine nehri, Louvre Müzesi ve Sacré Coeur Bazilikası’nı görebilirsiniz. Orsay Müzesi 1800’lü yıllarda tren garı olarak inşa edilmiş. Sonradan müzeye dönüştürülen binada Monet, Manet, Van Gogh, Munch gibi dünyaca ünlü sanatçıların eserleri sizi bekliyor. Buradan Hugo filmine de selam çakalım.
Müzenin mağazasında çok güzel objeler, magnetler ve ünlü eserlerin replikaları satılıyor. Müzeye gelmişken mağazasına da uğramayı ihmal etmeyin.
Centre Pompidou
Dışından geçen boruları ve ilginç mimarisiyle karşınızda modern sanat müzesi Centre Pompidou. Burada dönemsel sergilerin yanı sıra Picasso, Kandinsky, Matisse gibi duayenlerin eserleri de var. Buraya gelmişken çevresindeki mekanlarda güzel bir Fransız şarabı ya da kahve için, keyfiniz iyice yerine gelsin.
Eğer ilginizi çekerse Picasso Müzesi, Rodin Müzesi, daha çok sunduğu Paris manzarasıyla dikkat çeken Palais de Tokyo’ya da göz atabilirsiniz. Vaktiniz varsa Paris’te yer alan bu müzelerin hepsi birbirinden güzel, söylemeden geçmeyelim.
Marché Aux Puces de St-Ouen
Porte de Clignancourt’da bulunan ve Paris’in en ünlü bit pazarı olan Marché Aux Puces de St-Ouen’da yok yok. Vintage ve antika butikler, envai çeşit ürünler içinde kendinizi kaybetmeye hazır olun. Cumartesi, pazar ve pazartesi günleri kurulan bit pazarına özellikle cumartesi ve pazar günleri gitmenizi tavsiye ederiz, çünkü pazartesi günü her stant açık olmuyor. Ayrıca burası özellikle öğleden sonra daha da kalabalık oluyor. Bu yüzden burayı sabahtan ziyaret etmeye çalışın. Pazara en az iki saat ayırmakta fayda var, çünkü hem kendiniz hem de eviniz için çok güzel şeyler bulmanız garanti.
Versailles Sarayı ve Bahçeleri
Aynı anda 20.000 kişinin barınabileceği bir saray ve devasa bahçeler düşünün. Sarayın içinde Galerie des Glaces (Aynalı Salon), Salon de Venus ve Salon d’Apollon gibi birbirinden ihtişamlı ve göz kamaştırıcı bölümler yer alıyor. Ama biz size saraydan çok bahçelerini övmek istiyoruz. Çünkü bizce sarayın kendisinden de güzel olan behçelerinde piknik yapabiliyorsunuz. Bunun için saray için değil, sadece piknik için bilet almanız yeterli. Sonra gölün ve binbir çeşit ağaç ve çiçeklerin arasında doyasıya vakit geçirebilir, Paris’in tadını lokaller gibi çıkarabilirsiniz. Buna bayılacaksınız!
Disneyland Paris
Herkesin merakla görmek istediği, eğlencenin dibine vurduğu Disneyland Paris deyince gözlerinizden kalpler çıkıyor, farkındayız. Biz de bu parkı sizin için anlatmaya hazırız. Buraya gitmeden önce biletinizi mutlaka internet üzerinden alın. Hem fiyatlar daha uygun hem de kuyruk çilesini çekmezsiniz. Disneyland Paris’in dışında yer alıyor. Buraya ulaşmanın en kolay yolu RER A hattını kullanmak, sonra yollarda çile çekmeyin.
Disneyland 2 farklı parktan oluşuyor:
1-Disneyland Park: Google’a Disneyland yazınca karşımıza çıkan pembe şatolar burada yer alıyor. Indiana Jones ve Star Wars Hyperspace Mountain gibi roller coasterlar da burada bulunuyor, hadi yine iyisiniz. Disneyland park ayrıca Adventureland, Fantasyland, Discoveryland, Frontierland ve Main Street, USA olarak 5 farklı bölümden oluşuyor. Bu taraf aslında daha çok çocuklara hitap ediyor diyebiliriz, ama yine de her yaştan insan burada çocuklar kadar şen olabiliyor. Parkın bu kısmının sizi tatmin etmesi eğlenceden ne anladığınızla doğru orantılı.
2-Walt Disney Studios: Burası ise daha çok Disney temalı filmlerin özel efektleri ve yapımları üzerine kurulu bir park. Aerosmith temalı Rock’n Roller Coaster, Ratatouille ve Tower of Terror burayı tercih eden yetişkinlerin favorileri arasında ve gençlik burada adeta eğlencenin dibine vuruyor. Siz hala ne bekliyorsunuz?
Parc Astérix
Paris’in Disneyland’den sonra en ünlü parkı olan Parc Astérix’in ana teması, Asteriks hikayelerinin karakterleri ve maceralarından oluşuyor. Buradaki gösteriler ve sunulan atraksiyon seçenekleri Disneyland’e göre daha sönük olsa da, yine de tema parkı sevenlere güzel bir alternatif olabilir.
Bu arada Türklerin yaşadığı semti merak ediyorsanız, Strasbourg-Saint -Denis tarafına gitmeniz gerekecek. Türkiye’den göç eden kişiler bu semtte oturuyor ve burada Türk yemekleri yapan pek çok restoran yer alıyor. Saint-Germain tarafında ise birbirinden güzel Paris’e özgü kafe ve mekanlar var, burayı sevmemek elde değil.
Ne yiyelim?
Paris turistik bir şehir olduğu için gittiğiniz her restoran ve kafe aşırı kalabalık olacak, bu fikre gitmeden alışın. O yüzden mekana gitmeden mutlaka rezervasyon yapın ki rahat rahat yemeğinizi yiyin. Ayrıca Paris’te sokak yemeği yemek isterseniz Panthéon yakınlarında bulunan ve daha çok öğrencilerin tercih ettiği bir büfe var. Adını tam olarak hatırlayamasak da, o tarafta öğrencilerin oluşturduğu bir kuyruk görürseniz mutlaka kendinizi o yöne atın. Bu mekanın özellikle krepleri enfes. Kahvaltı için mutlaka gördüğünüz her pastaneye girin ve Fransız kruvasanlarını tadın. Fransızlar bu işi çok iyi biliyor. Zaten kendileri kahvaltıda kahve içip kruvasan yiyiorlar; hepsi bu kadar. Bizdeki kahvaltı kültürünü burada aramayın, bulamazsınız.
Ayrıca Fransız mutfağının en ünlü yemeklerinden olan salyangozu (escargot) yemenizi tavsiye ederiz. Duyar duymaz yüzünüzü buruşturmayın hemen, Fransa’da salyangoz yiyince bu yemeğe bayılacaksınız. Tartare de Boeuf yiyecekseniz sizi uyaralım. Bu bildiğimiz çiğ etten yapılıyor ve üzerine soğan, turşu ve çeşitli soslar konulup afiyetle yeniliyor. Biz bir kez denedik, fena değildi ama bir daha yer miyiz, işte buna söz veremiyoruz. Bir de Franzıların ünlü baget ekmeğini de unutmadan geçmeyelim. Dünyada bulup bulabileceğiniz en güzel baget ekmekler kesinlikle Fransa’da, şimdi dağılabiliriz. Hele baget ekmeğiyle ünlü Fransız peynirlerini buluşturup, üzerine bir kadeh Fransız şarabı içtiniz mi, Paris herkes için daha da güzel olacak…
Léon de Bruxelles: Champs-Elysée’nin en ünlü restoranlarından olan Léon’da, bir tencere midyeyi mideye indirmek istemez miydiniz? Aslında daha çok Belçika yemeği olarak tabir edilen midye-patates aşkı hemen hemen tüm Avrupa’yı etkisi altına almış durumda ve bu furyanın en ünlü mekanı Léon Paris’te, hem de Champs-Elysée üzerinde sizi bekliyor. Ama buraya gitmeden mutlaka rezervasyon yapın, yoksa yer bulmanazsınız. 63 Av. des Champs-Élysées
Le Relais de L’Entrecote: Burada öyle çeşit çeşit yemek seçeneği aramayın. Mönüde sadece et var ve size sadece etinizin nasıl pişmesini istediğinizi soruyorlar. Başlangıç olarak yeşil salata, sonra da etler ve patatesler iki parti halinde geliyor. Yani ilk parti geldiğinde ‘’e bu kadar mı’’ demenize gerek yok, her şey yolunda. Etleri nefis, ortam harika. 15 Rue Marbeuf
Le Refuge des Fondus: Bebek biberonunda şarap içmek, mekanın harika Fondu’lerini yiyip, Monmartre sokaklarında salınmak isterseniz Le Refuge des Fondus tam size göre bir yer. Burası oldukça küçük bir mekan ve konsepti oldukça ilginç. Yemekleri güzel, şarapları da leziz. 17 Rue des Trois Frères
Cafe de Flore – Les Deux Magots: Saint Germain bölgesinin ve hatta Avrupa’nın en ünlü kafeleri arasında yer alan bu mekanlar yan yana ve her daim kalabalık. Bu kafeleri ünlü kılan hem tipik bir Fransız kafesi olmaları hem de zamanında Albert Camus, Sartre, Simone de Beauvoir ve Hemingway gibi duayenlerin bu mekanlara sık sık uğramış olmaları. Hangi mevsimde, günün hangi saatinde giderseniz gidin, her zaman o sıra beklenecek. Garsonlar biraz kaba ve suratsız olsalar da, bu mekanlarda Paris’in tarihi dokusunu daha iyi hissedeceksiniz. Bu nedenle burada en azından bir kahve için. 172 Boulevard Saint-Germain
L’Escargot Montorgueil: Fransızların ünlü yemeği salyangozu ve soğan çorbasını yemeden bu ülkeden ayrılamazsınız. Özellikle bu mekanda yediğiniz her yemek çok ama çok lezzetli, bizden söylemesi. 38 Rue Montorgueil
Le Consulat: Yine bir başka duayenler Picasso ve Van Gogh’un uğrak yeri, Monmartre’ın gözdesi olan Le Consulat’nın fotoğrafı neredeyse Monmartre ile özdeşleşmiş durumda. Mekanın her yerde bolca fotoğrafını görmeniz mümkün. 18 Rue Norvins
Merci: Paris’in, hatta dünyanın en ünlü konsept kafelerinden olan Merci’ye yolunuz mutlaka düşsün. Burada aslında ajandalar, ayakkabılar, tasarım ürünleri de satılıyor. Üstelik minnoş bir bahçesi ve bahçesinde de şirin bir kırmızı araba bulunuyor. 111 Boulevard Beaumarchais
Pierre Hermé: Genel kanının aksine sizi Ladurée’ye değil Pierre Hermé’ye yönlendirirsek bize kızmazsınız herhalde? Tamam, Ladurée de adını dünyaya duyurmuş bir marka ama, bir yıl boyunca birlikte yaşadığımız Fransız ailemiz ne zaman makaron alacak olsa, her zaman buraya gitti. Bu yüzden biz de onlara güvendik, bu makaronların hastası olduk. Çilekli&wasabili, vanilyalı&zeytinyağlı, gül aromalı makaron gibi pek çok çeşit burada sizi bekliyor. Publicis Drugstore, 133 Av. des Champs-Élysées
Cafe des Deux Moulins: Amélie filminde canımız Amelie’nin çalıştığı kafeyi merak ediyorsanız, sizi bilgilendirelim. Burası Cafe des Deux Moulins ve hala kafe olarak işletiliyor. Mekanın atmosferi gerçekten çok güzel. Monmartre’a çok yakışan bu mekanda, kısa bir mola vermek ideal olabilir. 15 Rue Lepi
L’Eclair de Génie: Aranızda ekler sevmeyen var mı? Bizce yok, hatta olmamalı. Zaten burada bir defaya mahsus ekler tadan birisinin, bu tatlıyı sevmemesi imkansız. Sınırsız çeşit ve muhteşem lezzet şöleni için mutlaka buraya uğrayın, sonra da bize dua edin. Teşekkürler. 35 Boulevard Haussmann
Café Oberkampf: Oberkampf tarafında kahve içmek ve popüler mekanları keşfetmek isterseniz, keşiflerinize bu mekandan başlayabilirsiniz. Burada kahvaltı seçenekleri de var. 3 Rue Nueve Poincourt
Paul: En taze, en lezzetli sandviç ve salatalar yemek için Paul kesinlikle çok doğru bir adres. Paris’te dolaşırken iki adımda bir şubesine denk gelebileceğiniz, hem cebinize hem de midenize hitap eden Paul’de bizim favorimiz camambert peynirli baget sandviç. Bakalım sizinki hangisi olacak?
Brioche Dorée: Yine Paul gibi pek çok çeşit sandviç, atıştırmalık bulabileceğiniz ve her yerde şubesi bulunan Brioche Dorée, Paris gibi oldukça pahalı bir şehirde hayat kurtarıyor. Görünce affetmeyin.
Fnac: Bizdeki D&R tarzı bir mağaza olan Fnac, kitap, elektronik eşya ve daha pek çok farklı ürünü bünyesinde barındırıyor. Hatta bazen burada öyle indirimler oluyor ki, Türkiye’den daha ucuza fotoğraf makinesi vs. alma şansınız hayli artıyor. Vaktiniz olursa mutlaka bu mağazaya da bir uğrayın.
Carrefour, Auchan, E.Leclerc, Lidl: Paris’te bu marketleri görünce hiç düşünmeden direkt içeri girin ve kendinizi şımartın. Carrefour aslında diğer marketlere göre çok daha pahalı olsa da, sunduğu çeşitlilik açısından diğerlerine oldukça fark atıyor. Carrefour’dan özellikle 3 litrelik J.P.Chenet şarabı, makaron ve camambert, emmental, brie, roquefort gibi peynirlerden almayı unutmayın. Özellikle J.P.Chenet fiyat-performans olarak sizi mest edecek. Ayrıca hazır fondue fromage (peynirli fondue) karışımı da oldukça lezzetli. Eve geldiğinizde fondue makineniz yoksa bile tavada eriterek anında fondue fromage elde edip, afiyetle Fransız Fransız yiyorsunuz. Ayrıca Fransızların tuzlu tereyağları da çok meşhur, aklınızda olsun.
Paris’te yapılacak en güzel şey sokaklarda bol bol yürümek ve mimarisiyle büyüleyen tarihi binaları fotoğraflamak. Eski Fransız filmlerine, Edith Piaf’a, Fransız şarap ve ‘’chanson’’larına hayransanız ve Fransızca’nın şiiriyle sarhoş olmak isterseniz, Paris’e gitmenin vakti gelmiş demektir. Paris’in her köşesi filmlere konu olmuş, kafeleri ise tüm dünyaya nam salmış olsa da, bu güzel şehri aslında kendiniz için, sakince keşfetmeniz daha da zevkli oluyor. Unutmayın, ‘’sadece güneşli günlerde yürürseniz, hedefinize asla varamazsınız.’’ Yola çıkmak için mevsimleri değil, kendi sesinizi dinleyin. Öyleyse ne duruyorsunuz?
Gidin, gezin, keşfedin… hayat gezince güzel!
İlk yorum yapan siz olun