Kış geldi mi her ne kadar iyice tembelleşip kendimizi evimize kapatsak, kitaplar ve filmlerle vakit geçirsek de, arada sırada dışarıya çıkmak, biraz oksijen alıp rahatlamak da gerekiyor. En azından bizim için durum böyle ve kış mevsiminin ağırlığını ancak seyahat ederek üzerimizden atabiliyoruz. Huyumuz kurusun…
Seyahat etmek derken illa ki yurt dışını kastetmiyoruz bu arada, bunu böyle bilin. Her mevsimde olduğu gibi kış mevsimininde de Türkiye’de gezilecek, keşfedilecek pek çok şehir, kasaba ve köy var. Ama bazı şehirlere özellikle kış çok ama çok yakışıyor. Mesela Mudurnu, Göynük ve Abant Gölü bu destinasyonlardan sadece birkaçı. Biz de bu kış bir pazar günü rotamızı buralara çeviriyoruz, yolculuk başlasın! Bir Pazar gününe hangi destinasyonlar, nasıl sığdırılır bir de bizden duyun!
Mudurnu
Bolu’nun en güzel ilçelerinden biri olan Mudurnu, aslında tavukta bir marka. Dolayısıyla adını mutlaka duymuşsunuzdur. Ama bizi buraya çeken tavuk sevdası değil, Mudurnu’nun tarihi dokusu. Kuva-yi Milliye’nin memleketi olan Mudurnu’da 600 yıllık ahilik kültürü hala devam ediyor.
Nereleri gezelim?
Mudurnu Evleri
Mudurnu’nun sokaklarında köpekler, kediler, ördeklerle dolaşmak, lokallerle sohbet etmek, çay içip, ara sokaklarda kaybolmak kadar güzel bir şey yok, bize kulak verin. Mudurnu evleri Osmanlı Dönemi sivil mimari özelliklerini taşıyor ve bu nedenle bu evler kentsel sit alanı ilan edilmiş. Mudurnu’da dükkan sahiplerinin bir iş için başka yere gittiği kapısı açık dükkanları görünce, yaşadığımız büyük şehirlere karşı içimizde bir sızlama olsa da, tarihe ışınlandığımız bu güzel insanların şehrini çok sevdik, siz de seveceksiniz.
Orta Çarşı
Mudurnu’nun tarihi çarşısı olan Orta Çarşı’da Mudurnu’ya özgü zanaatleri görebilir ve esnafla hoş sohbetler edebilirsiniz. Bu çarşının en önemli özelliği ise cuma günleri 600 yıldır süregelen ahilik duasının burada yapılıyor olması. Ahilik nedir diye soracak olursanız onu da şöyle özetleyebiliriz; Anadolu’da, Balkanlar’da ve Kırım’da Türkler tarafından kurulan esnaf ve sanatkarların uyguladıkları ahlaki, siyasi, felsefi vs. prensipler anlamına gelen bir tür sivil toplum kuruluşu. Eğer Mudurnu’ya yolunuz cuma günleri düşerse, bu duaya ortak olabilirsiniz. Ayrıca bakırcılar çarşısı ve eski çarşılara da bir uğrayın. Buralardan kendinize bakır cezve almadan dönmeyin, sonra üzülürsünüz.
Mudurnu Saat Kulesi
Bir yamaç üzerinde yer alan saat kulesi kesinlikle Mudurnu’ya çok güzel bir hava katıyor. Sokaklarda dolaşırken karşınıza çıkan bu yapı, tüm ihtişamıyla size tepeden göz kırpıyor. Ahşap saat kulesi 1890-1891 yılları arasında yapılmış olsa da, 1900’lü yıllarda bir yangın sonucu yanmış. Sonrasında ise Mudurnu hapishanesindeki mahkumlara tamir ettirilmiş. Ne var ki, bu kule 1960’lı yıllarda tekrar yanmış ve tekrar onarılmış. Her şeye rağmen inat edip hayata tutunan, Mudurnu’ya güzellik katan bu kuleyi görmeden şehri terk etmeyin.
Yıldırım Beyazıt Camii
1382 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından şehzadelik döneminde yaptırılan kare biçimli bu camii Mudurnu’ya çok yakışan tarihi yapılardan biri. Yıldırım Beyazıt Camii, Osmanlı mimarisinin ilk büyük kubbeli yapılarından biri olma özelliğine sahip.
Pertev Naili Boratav Kültür Evi
Türkolog ve halk bilimci Pertev Naili Boratav ve ailesinin hikayesinin sergilendiği konakta Mudurnu ve tarihi ile ilgili pek çok detay yer alıyor. Ayrıca bölgedeki Rumlardan etkilenerek yapılan Armutçular Konağı’nı da Mudurnu’ya gelmişken görmeden olmaz.
Ne Yiyelim?
En iyi aşçıların Bolu’dan çıkması, Bolu deyince akan suların durması boşuna değil elbette. Sadece Bolu Mengen değil, Bolu’nun her yerinden lezzet akıyor desek yeridir.
Mudurnu’ya gelmişken meşhur kaşık sapı mantısı, Mudurnu helvası, kızılcık çorbası, oğmaç çorbası ve balkabaklı gözleme yemeden dönmeyin. Bolu’ya özgü geleneksel yemekleri tatmak isterseniz Keyvanlar Konağı ve Evimin Mudurnu Yöresel yemek Evi’ne uğrayın deriz.
GÖYNÜK
Bolu’nun doğal güzelliklerini ve küçük kasaba ve ilçelerini keşfetmeye devam ediyoruz. 2014 yılında ‘’citta slow’’ listesine girmiş Göynük, bize göre Bolu ilçelerinin kesinlikle en güzellerinden biri. Göynük’ün halk arasındaki ünü Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin’in yöresi olmasından geliyor. Göynük’te bu sebeple Akşemseddin’in türbesi bulunuyor. Eski ismiyle Koinon Gallicanon olan Göynük’ün kelime anlamı ‘olgunlaşmış’ veya ‘keçi kılından yapılan heybe’ anlamına geliyormuş. Kışın karlar altında büyüleyici bir manzara sunan Göynük’te sokakları arşınlamak ve semaverden çay içmek insana kış sıcaklığ yaşatıyor.
Göynük Evleri
Kentsel sit alanı ilan edilen Göynük’te bulunan tarihi evler 20.yüzyıla ait ve Batı Karadeniz’in tipik ahşap mimarisi örneği olarak biliniyor. Kırmızı kiremitli çatıları ve içeride yer alan merdivenleriyle bu evler genellikle 1-2 katlı. Bu evler Göynük’teki tarihi dokuyu iliklerinize kadar hissettirecek, hazır olun. Bu arada Osmanlı’nın kuruluş döneminden itibaren ilk yapılan yerleşim çalışmalarının ardından işgal görmediği için Göynük’te birçok konak ve yapının dokusu hala bozulmamış. Evlerin önünde bulunan ve ‘’hayat’’ adı verilen avlular ise bu evleri daha da güzel kılıyor.
Zafer Kulesi
Zafer Kulesi Göynük’le bütünleşmiş ve tabii ki Göynük’ün sembolü olmuş. Cumhuriyet Dönemi’nin ilk Kaymakamı Hurşit Bey tarafından 1923 yılında yaptırılan Zafer Kulesi, Cumhuriyet tarihinin de ilk eseri olarak biliniyor. Göynük’e hakim bir tepede yer alan kule, Göynük’ün tarihi dokusuyla nefis bir uyum oluşturuyor.
Çınarlar Köprüsü
Tarihi evlerin sıra sıra dizili olduğu ve çarşıya bağlantı sağlayan Çınarlar Köprüsü’nün çevresinde tur attığınızda harika fotoğraflar çekeceğinizi garanti ediyoruz, bize güvenin. Köprü çevresinde bir çay bahçesi de var. Dilerseniz burada bir şeyler içebilirsiniz. Köprünün hemen yanındaki çınar ağacı da Göynük’ün en yaşlı ağacı olarak biliniyor.
Akşemsettinoğlu Konağı
19. yüzyılın sonlarında inşa edilen bu konak, Göynük’teki diğer konaklardan farklı olarak cumbasız inşa edilmiş. Günümüzde otel olarak işletilen Akşemsettinoğlu Konağı’nı dışarıdan görünce bile gözlerinizden kalpler çıkacak.
Arasta
Göynük’ün tarihi çarşısı olan Arasta, günümüze kadar dokusunu korumuş ve Mudurnu gibi zaanatkar ustalarını hala bünyesinde barındırıyor. Bu çarşıda gezerken ahşaptan yapılmış obje, magnet ve yöreye özgü pek çok şey bulacaksınız.
Gazi Süleyman Paşa Camii ve Hamamı
1300’lü yıllarda camii ile birlikte inşa edilen hamam için Göynük’ün tarihi yapılarının babası diyebiliriz. Anadolu şehirlerinin sıcak ve samimi atmosferinde bu güzel yöreyi ve tarihini keşfetmek için, Gazi Süleyman Paşa Camii ve Hamamı’na da bir uğrayın.
Ne Yiyelim?
Göynük’e gelmişseniz güvecin bu yöredeki önemini artık biliyorsunuz. Güveçte sarma, güveçte mantar, güveçte et… liste uzar gider. Bu yöreye ait olan oklava baklavasını da mutlaka tadın. Yemekler ve tatlılar çok ama çok lezzetli; e malum, burası Bolu, şimdi dağılın. Göynük’ün en bilinen mekanı Paşazade Göynük Restoran, aklınızda olsun.
Abant Gölü
Ekim- Kasım aylarında sosyal medyada sürekli karşınıza çıkan ve rengarenk yapraklar ve sonbahar renkleriyle sizi kıskandıran Yedigöller ve Gölcük’ü bilmeyen yoktur herhalde. Yedigöller ve Gölcük ne kadar sonbahar destinasyonuysa Abant da bir o kadar kış destinasyonu bize göre ve sunduğu manzara ve dinginlikle Türkiye’nin en güzel yerlerinden biri.
Abant Gölü ve çevresi Milli Park statüsünde bulunuyor. Bu nedenle de buraya giriş ücretli. Abant Tabiat Parkı‘na giriş yaptıktan sonra arabanızı hemen girişteki otoparka bırakabilirsiniz. Abant ve civarına araçla geldiğinizi varsayıyoruz zira özel aracınız dışında buraya günübirlik gelmek oldulça zor olur.
Abant Gölü’nün çevresi yaklaşık 7 km ve eğer karlar altında soğuktan donmak isterseniz göl çevresini baştan sona kadar yürüyebilirsiniz. Gölün çevresini baştan sona gezemesek de, karda birkaç dakika boyunca yürüyüş yapmak bize çok iyi geldi. Bir yanda karlar altında nefis bir göl manzarası, diğer yanda karın beyazlığına boyun eğmiş bir orman ve kuşların cıvıltılarını hayal edin. Nasıl, hayal etmesi bile çok güzel ve masalsı, değil mi?
Abant Gölü manzaralı harika kareler yakalamak isterseniz Abant Palace Hotel’in hemen yanından Mudurnu’ya doğru giden yokuşu tırmanıp tepeye çıkın, pişman olmazsınız.
Ne Yiyelim?
Açıkçası bizim buraya giderken aklımızda tek bir şey vardı: sucuk ekmek yemek. Abant denilince aklımıza yemek olarak başka bir şey gelmediği için kendimize mekan bakmaya başladık. Gölün çevresini turlarken oteller haricinde pek çok kulübe gördük. Soldaki camiinin karşı çarprazına denk gelen ve yaşlı bir çiftin işlettiği bir kulübede karar kılıp kendimizi içeriye attık.
Burası o kadar tatlı bir yer ki, anlatırken bile özlüyoruz. İçerisini ısıtan sobanın üzerinde fokurdayan çaydanlık, sobanın fırınında pişen patatesler ve köşedeki tezgahta teyzenin kurduğu turşular… Üzerine bir de mangalda pişirilen sucuk ve köftelerin kokusu eklenince, kendimizi mutluluğun kollarına attık. Yemekten sonra teyze ve amca bize kuruttukları orkideden nasıl salep yapıldığını anlatıp, saleplerimizi getirdi. Hayatımızda içtiğimiz en güzel salepti. Abant’ta hem görsel şölen yaşadık, hem de midemiz en lezzetli yemek ve içecekleri tattı, net.
Gezmek, yeni deneyimler edinmek için az vaktiniz olabilir. Bu yüzden sadece bir pazar günü erken kalkıp, tüm bu rotayı ve daha nicelerini keşfedebilirsiniz. İlla konaklamak ya da lüks restoranlarda yemek yeme derdiniz olmasın, yol her şekliyle, tüm bilinmezliğiyle güzel. Bizim için kış demek evde oturmak değil, sizin için de olmasın. Öyleyse ne duruyorsunuz?
Gidin, gezin, keşfedin… hayat gezince güzel!
İlk yorum yapan siz olun